Leros Gezisi

Sevgili eşimle Ağustos ayının son haftasında Yunan adalarından Leros’a iki günlük bir seyahat yaptık. Bu seyahatimize Bodrum’dan başladığımız için önce Bodrum Leros yolculuğumuzu anlatarak başlayayım.

Efendim, Bodrum’dan Leros’a doğrudan gitmek mümkün olmadığından (ancak bu satırları yazdığım günlerde Turgutreis – Leros direkt deneme seferleri başladı) Leros’a Kos üzerinden gitmemiz gerekti. Bodrum’dan Kos’a da üç değişik feribot seferi var. Bir tanesi yolcu limanından, diğeri mendirek’ten ve üçüncüsü ise Turgutreis’ten. Biz de bu sonuncuyu seçtik. Sebebi ise Kos’tan Leros Feribotu saat 11:00 de kalkıyor ve buna yetişmek gerekiyor, ve Bodrum’dan kalkanlara binerseniz yetişmeniz imkansız gibi. Hatta biz Turgutreis’ten 09:30 da kalkan feribota binmemize ve rahat rahat yetişeceğimizi ve her ne kadar yarım saatte gidiyor demelerine rağmen, Kos limanına 10:10 da yanaştık.  Yanaştık ta anormal bir pasaport kuyruğu; beklersek Leros feribotuna yetişmemiz mümkün değil. Neyse ki ben oradaki görevlilere feribota yetişmemiz gerektiğini söyleyince anlayış gösterdiler ve bizim pasaportlarımızı alıp bizi AB vatandaşları kapısından hiç beklemeden geçirdiler ve böylece diğer feribota yetişebildik.

Leros feribotu çok hızlı giden bir katamaran. İskeleye geldi, iki üç araba ve yolcuları indirdi sonra bizleri aldı ve kalktı. Tüm bunlar beş – altı dakikada oldu. Adamlar bayağı verimli çalışıyorlar!

Feribot bizim İstanbul’daki deniz otobüslerine benzeyen katamaran. Hem üst yolcu salonu var hem de alt. Ayrıca üst kattan güverteye çıkıyorsun ve hava iyiyse ve rüzgardan rahatsız olmazsan orada da seyahat edebiliyorsun. Bu feribot önce Kalimnos adasına uğruyor, sonra Leros, sonra da diğer adalara gidiyor. Kos – Leros arası 1.5 saat. Kalimnos’da da beş dakika içinde boşaltıp yeni yolcuları alıyor ve kalkıyor.

Leros’a geldiğimizde feribot bizi adanın doğu tarafındaki Ag Marina limanına bıraktı. Ben daha önce internette yaptığım araştırmada sanki güneybatı tarafında bir limana bırakacakmış izlenimini almıştım, bu benim için biraz şaşırtıcı oldu. Ancak daha sonra öğrendik ki, bu feribot dönüşte adanın güneybatı tarafındaki Lakki limanına gelip yolcuları oradan alıyormuş. Bunu öğrenmeseydik biz gene Ag Marina limanına gidecek ve feribotu kaçıracaktık.

Neyse limanda bizi yer ayırttığımız Castelo Beach Hotel’in arabası bekliyordu ve bizi alıp otele götürdü. Şimdi burada  biraz adanın coğrafyasından bahsedeyim. Leros oniki adadan bir tanesi. Hani tarih kitaplarında okuturlar ya işte onlardan. Çok büyük değil. Adanın içinde köyler var. Kimi koylarda kimi dağların tepelerinde. Turistler için ise otellerin bulunduğu iki tane önemli koyu var. Bir tanesi, Alinda koyu (Ag Marina’dan hemen sonra) diğeri de güneydeki Pandeli koyu. Alinda koyu daha büyük ve geniş, ve daha fazla otel var. Pandeli koyu ise oldukça küçük, bizim Küçükbük’ün yarısı kadar bir yer ancak yanında bir küçük koy daha var ve teknelerin çoğunluğu bu iki koy arasına bağlanıyorlar. Bunun sebebi ise bu koy güneydoğuya bakıyor ve adada hakim rüzgar kuzeybatı (karayel) ve yıldız (kuzey) olduğu için rüzgarlı havada bile deniz sakin, yani tekneyi bağlamak için uygun. Adanın coğrafyası aynı bizim Bodrum gibi, çoğu yerler çıplak dağlık fakat bazı koylar ve yamaçlar ise oldukça ağaçlıklı.

leros_map

Leros adası haritası

Evet, dediğim gibi bir arkadaşımızın tavsiyesi üzerine biz Pandeli koyundaki Castelo Beach Hotel’de yer ayırtmıştık. Biraz bu oteli anlatayım. Otel çok iyi bir konumda, kendi plajı var, odaları geniş, temiz ve en önemlisi personel çok güleryüzlü. Fiyatı da oda € 85, kahvaltı adam başı € 7, yani oda kahvaltı alırsanız iki kişi € 99 veriyorsunuz. Ancak değer. Odamızın önünde kocaman bir balkonu da vardı ve burada sabah veya akşamüstü oturmak çok keyifliydi

.IMG_3270

Otelden Pandeli Koyunun görünüşü

Biz ilk gece Pandeli koyunda yemek yemeğe karar verdik. Aslında Ag Marina’dan Alinda’ya giderken Milos diye bir restoran var. Herkes burayı methetmişti ancak biz ikinci akşam gideriz diye düşündük ancak mümkün olmadı. Sebebi de ertesi gün feci bir fırtına çıktı ve Mylos tam alnında rüzgarı alıyor, yani oturmak mümkün değil. Zaten Milos Yunanca “değirmen” demek ve restoranın hemen önünde denizin içinde kocaman bir değirmen var. Burası hep rüzgar alıyor ki değirmeni buraya kurmuşlar.photo_022

Mylos tavernanın önündeki Mylos….

Ancak ertesi gün gündüz oradan geçerken bir uğrayıp gördük nasıl bir yer olduğunu. Panteli koyunda dört beş tane “taverna” var. Taverna adı sizi yanıltmasın, bunlar lokanta, öyle canlı müzükli falan yerler değil ve çok mütevaziler. Biz bunlardan “Zorbas” da yedik. Zorbas’ın sahibi Mr. Nicos. Genç çalışkan bir adam, bizim masaya da o hizmet etti. Burada bir şeyi belirtmeliyim, yemek yediğimiz her yerde lokanta sahipleri garson gibi servise katılıyorlar. Bizdeki gibi kasanın arkasında oturup emirler yağdırmıyorlar, it gibi koşturuyorlar.

Zorbas’da yediğimiz herşey güzeldi ahtapot kroket hariç. Nicos bize karidesli ve mantarlı pilav tavsiye etti ve harikaydı. Ayrıca yeni rakı da var, uzodan hoşlanmıyorsanız rakınızı keyifle içebilirsiniz. Şimdi bu adadaki tavernalarda yediğimiz yemeklerden ve porsiyonlardan biraz bahsedeyim.

Meze porsiyonları bizdeki gibi avuç içi gibi ufacık değil. Bayağı büyük bir tabakta geliyor ve iki kişiye çok rahat yetiyor ve hatta artıyor bile. Böyle bir tabak mezenin fiyatı da €3 ila €7 arasında değişiyor.  Mesela yukarıda bahsettiğim karidesli pilav, kocaman bir kayık tabakta geldi ve iki kişi zor bitirdik. Nicos’ta 4 çeşit meze, salata, karidesli pilav, 20lik yeni rakı, ayrıca bir kadeh uzo’ya €55 ödedik. Yani bugünkü kurla adam başı 75 TL gibi bir şey. TL’ye vurunca çok gibi gelebilir ancak yenilen şeylerin kalitesi çok iyi ve miktarı bakımından da üç kişi bile rahat rahat doyardı. Mesela ertesi gün başka bir koyda bir tavernada bir salata, bir kalamar ve iki biraya € 17 verdik ama hem kalamarın porsiyonu hem salatanın porsiyonu gayet büyüktü ve iki kişiye rahat rahat yetti. Bu arada kalamar konusu açılmışken, herkes kalamarı merak ediyor. Bizim yediğimiz kalamar öyle ahım şahım değildi. Zaten kaldığımız oteldeki şef garson kalamar istediğimizde gayet açık sözlülükle kalamarın nasıl çıkacağını bilemediklerini bazen yumuşak bazen sert çıkabildiğini ve garanti veremediklerini söyledi ki en doğrusu bu. Onun için kalamar konusunda işiniz şansa kalmış. Ancak karides konusu böyle değil. Karidesler olağanüstü. Son akşam otelin lokantasında yedik, ben karidesli spagetti, Fehime de ızgara jumbo karides yedi ve her ikisi de enfesti. Burada gene porsiyon büyüklüklerinde bahsetmeye değer zira Fehimeye altı tane jumbo karides gelmişti, benim spagetti porsiyonum da kocaman olduğu gibi, karidesleri de bayağı irice ve boldu. Bu yemekte de bir meze, bir salata spagetti, jumbo karides ve bir şişe (4 tane küçük içtik ki toplam 70lik ediyordu) yerel şaraba € 50 verdik ki gene çok iyi bir fiyat.

Evet kaldığımız yerden devam… Pantedi koyu kumluk değil çakıllık. Denize girişi biraz zor ama hemen derinleştiği için çabuk atlatıyorsunuz. Otelin şemsiyeleri ve şezlongları var, dışardan da müşteri kabul ediyorlar. Otel müşterilerine yiyecek ve içecekte %10 iskonto yapıyorlar. Garson devamlı dolaşıyor ve yiyecek içeceğini şezlonguna kadar getiriyor. Dediğim gibi peronel gayet güleryüzlü ve yardımsever. Resepsiyondaki akşam nöbetçisi Yorgo’ya “Bu adada ne yapılır?” diye sorduğumuzda bize harita üzernde gezilecek yerleri gösterdi. Biz de ertesi gün otelden araba kiralayıp adayı gezmeye başladık.

Önce kaldığımız Pandeli koyundan başlayayım. Daha önce dediğim gibi burası teknecilerin durak yeri, ve çok güzel lokantaları ve iki tane oteli var. Ayrıca stüdyo falan da kiralayabileceğin yerler var. Pandeli köyünün içinden bir yol koyun sağ tarafındaki yamaca çıkıyor ve bu yol dağın tepesine yerleşmiş olan Leros kalesine gidiyor. Bu yol üstünde de renove edilmiş değirmenler ve bunun başında da “View Café” var. Sakin bir havada ve geceleyin bu cafénin manzarası olağanüstü. Tavsiye edeceğimiz yerlerden bir tanesi. Akşam bu koydaki Zodiac bot hareketleiliği görmeye değer. Yan tarafta ve açıkta demirlemiş teknelerdeki tüm insanlar botlarla karaya çıkıp yemek yemeğe geliyorlar. Bu trafiği seyretmek başlı başına bir eğlence. J Botlardan inen tipler ise bir başka alem. Yabancılar genellikle daha mütevazi giyinmişler aralarında çok şık olanları da var, ancak bizim Türk teknelerinden inenlerin şıklığı ise bir başka. Hanımların parfüm kokuları on metre öteden duyuluyor… Botları genellikle yatların personeli kullanıyor ve hepsi de üniformalı!

Arabayı alınca ilk önce Ag Marina’ya gittik, burada pek bir şey yok, oradan Alinda koyuna geçtik, giderken de Mylos lokantasının önünden geçerken durup orayı da bir teftiş ettik. Alinda koyu Pandeli’ye göre çok daha büyük fakat çok daha sakin. Pandeli’nin havası başka, ancak bu koyda da çok güzel oteller ve stüdyolar var. Biz gezdiğimiz koylar içinde en çok Pandeli’yi beğendik. Alinda koyunun sonunda küçük bir şapel var adı Dio Liskaria. Burada durup biraz fotoğraf çekip gene koyları dolaşmaya başladık.

IMG_3294

Alinda Koyu

IMG_3293

Dio Liskaria Şapeli

 

 

Buradan sonra adanın kuzey tarafına gitmeye başladık. Kuzeyde bir iki köyü geçtikten sonra en kuzeyde havaalanına ve bunun yanındaki küçük bir koya geliyorsunuz. Bu koyda da bir marina var. Aslına bakarsanız bu küçücük adada yanılmıyorsam beş tane marina var ki bu adamların denizciliğe ne kadar önem verdiklerini gösteriyor. Bizde marinacılık son yıllarda gelişmeye başladı. Ayrıca bahsetmek istediğim bir şey daha var ki o da havaalanının yanındaki büyük askeri birlik. Biliyorsunuz anlaşmalara göre oniki adanın askerden arındırılmış olması lazım ancak adamlar gayet güzel askeri birliklerini kurmuşlar. Yunalılar da bizim gibi tuhaf. Bu bölgeye “fotoğraf çekmek yasaktır!” tabelalarını koymuşlar. Yahu çeksen ne olur çekmesen ne olur? Google Earth’de hepsini görüyorsun zaten! Bunlar da bizim gibi paranoyak J Neyse kuzeyde küçük ve çok sakin bir koy var ancak balıkçı barınağının dışında herhangi bir tesis yok. Bir lokanta tabelası gördük ancak kapalıydı. Adanın bu tarafları çok sakin.

Burayı da keşfettikten sonra adanın batı tarafındaki Kokali koyuna gidip orada denizin ortasında bir kayaya kurulmuş ve karaya yaya yolu ile bağlantısı olan olan Agios Isıdoros şapelini ziyaret ettik. Burasının tarihi hakkında bilgi verecek değilim merak edenler internetten araştırıp bulabilirler. Yalnız söyleyeceğim şu ki oldukça değişik bir yer ve anladığım kadarıyla pek revaçta bir kilise ve halen evlenmeler ve diğer törenler için kullanılıyor.

Agios Isidoros şapeli

Buradan sonraki durağımız ise Gourna koyu oldu. Hemen Kokali’nin güneyinde kocaman bir kumsal koy. Kusey rüzgarlarına da kapalı olduğu için çok sakin. Burada bir otel ve bir de “Gourna Fish Taverna & Restaurant” var. Gourna lokantasının önünde şemsiye ve şezlonglar, duş soyunma kabini, vs. var ve ücretsiz. Lokantanın sahibi Bay Fotis ve Bay Giorgos. Bunlar da diğer yerlerde olduğu üzere aynen bir garson gibi hizmet ediyorlar, plaja ve masalara servis yapıyorlar. Burada deniz kum veçok sığ, git git su derinliği belinde.  Bay Fitos oldukça neşeli ve kendi reklamını çok iyi yapıyor. Yukarda bahsettiğim kalamar ve salatayı da burada yedik. Her ne kadar Tripadvisor’da bu lokanta bir numara gözüküyorsa da ben Zorbas’ı tercih ederim (Zorbas Tripadvisor’da 14. Sırada). Burası sakin ve rüzgarsız olduğu için bir süre denize girip dinlendik ve sonraki koya doğru hareket ettik.

IMG_3308 IMG_3309

Gourna plajı ve taverna…

 

Buradan sonra güneye doğru yolculuğumuza devam ettik. Bir sonraki hedefimiz Lakki’nin güneybatısındaki 2. Dünya Savaşı müzesinin bulunduğu koydu. Ancak giderken tepeden  bir koy gördük ve oraya gidelim dedik. Tepeden aşağıya kıvrıla kıvrıla giden yolu takip edip de koya indiğimizde bir de ne görelim bizim Pandeli koyunun yanındaki koya gelmişiz!. Dediğim gibi zaten küçücük bir ada ve her yol heryere gidiyor, kaybolmana imkan yok. Bu koyda da güzel bir plaj ve bir iki otel var. Burada durup fotğraflarımızı çektik ve tekrar Lakki’ye devam ettik.

IMG_3313

Pandeli’nin devamı olan koy.

Efendim Lakki bu adanın ana limanı. Derin bir koyun sonunda oldukça büyük bir yerleşim merkezi. Büyük bir marinası ve iskelesi var. Dediğim gibi dönüşte katamaran’a buradan bindik. Lakki’den devam edince 2. Dünya Harbi açık hava müzesine geliyorsunuz. Bu müzede aslında bir de dağın içine açılmış olan ve direnişçilerin savaş zamanında kullandıkları bir tünel var. Bu tünel, belki bilirsiniz, Alistair MacLean diye bir İskoç casus ve macera romanı yazarı vardır, ve daha sonra da filmi çekilen “Guns of Navarone” adlı eserine ilham kaynağı olmuş. Bu filmde Gregory Peck, Anthony Quinn ve David Niven gibi artistler oynamıştı. Bu romanın devamı da “Force 10 From Navarone” adıyla çıkmıştı ancak filmi çevrilemedi. Maalesef bu müzenin girişi kapalıydı ve ancak dışarıdan görebildik.

IMG_3315

2.Dünya savşı müzesi ve tünelin girişi

Bu müzenin bulunduğu koyda çok güzel bir bar/restoran bulduk. Adı da “Lime Café”. Oturup soğuk birşeyler içtik ve öğleden sonra sıcağında bize çok iyi geldi.

photo_017

 

Lime Café

Otele dönmeden önce yukarıda bahsettiğim Pandeli koyunun sol yamacındaki değirmenler çıkmaya karar verdik. İyi ki çıkmışız. Hava çok rüzgarlı olmasına rağmen, oradaki “View Café’de oturup manzarayı seyrettik. Ayrıca bir de yolun ilerisinde Meşhur Leros kalesi var. Oraya da gittik ancak yorgun olduğumuz için kaleyi gezmedik sadece fotoğraf çektik.Buradan da adanın en güney ucu olan Xirokambos koyuna gittik ancak burada herhangi bir şey yok ve şöyle bakıp geri döndük.

 

IMG_3326                        IMG_3337

Değirmenler                                                               View Café

View Café’den Panteli Koyu ve Castelo Beach Hotel

IMG_3342

Kaleden Ag Marina ve Alinda Koyu Manzarası
Bütün bu gezmelerin sonunda arabaya benzin koyup öyle vermemiz gerekti ve bütün gün oraya buraya gitmemize rağmen topu topu 5 litre benzin koyduk. Adanın büyüklüğü hakkında bir fikir daha.  Benzinci demişken dikkatimi çeken bir şey oldu. Bu küçücük adada belki, yedi sekiz tane benzinci var. Bunlar kışın ne yaparlar?

Buraya kadar gezdiğimiz yerleri anlattım. Biraz da adanın hayatından bahsedeyim. Adanın ekonomisi tamamen turizm üzerine kurulmuş. Mayıs başından Eylül sonuna kadar faaliyet var ondan sonra herşey duruyor. Otelin resepsiyonundaki Bayan Filio’ya kışın ne yaptıklarını sordum. Pek bir şey yapmadıklarını Türk dizilerini seyrettiklerini ve hafta sonları arkadaşlarıyla buluştuklarını söyledi. Hatta gece saat onbirden sonra adanın öldüğünü, hiç kimseyi dışarda göremeyeceğimizi ve şaka yollu olarak da bazen hayaletlerin gelmesinden korktuğunu söyledi. Kışın feribot da düzenli olarak çalışmıyormuş. Bazı günler varmış bazı günler yokmuş. Acil hastalık durumlarında ne yaptıklarını sorduğumda, hastaneleri olduğunu ancak önemli olaylarda helikopterin gelip hastayı Girit veya Atina’ya götürdüğünü söyledi.

Birkaç esnafla konuştuğumda da gelen turistleri %60 ına yakınının Türkler olduğunu söylediler. Bu yüzden bizlere çok yakınlık gösteriyorlar ve küstürmemek için her türlü yardımı yapıyorlar. Pandeli koyundaki Ageri butiği işleten Bay Dimitris butiğini Eylül sonunda kapadığını ve Rodos’a gidip orada çalıştığını Mayıs başında gelip tekrar dükkanını açtığını söyledi.

Netice olarak Turizm varsa ada da var yoksa yok.

Bu arada Rumca önemli kelimeleri de öğrendik:

Çok teşekkür ederim              : Efkaristo Poli

Bir şey değil                           : Para Kalo

Nasılsın                                  : Tikanis

İyiyim ya siz?                         : Kala e si?

Günaydın                               : Kalimera

Kaç Para                                 : Poso kani

Çok Pahalı                              : Poli Akrivo

Tamam                                   : Endaksi

Kutluk Armaoğlu©

Eylül 2014