Yine Bir Yunan Adası – Sakız (Chios)

(Resimleri büyütmek için üzerine tıklayınız)

Çok sevdiğimiz bir arkadaşlarımızın teklifiyle sekiz kişilik bir grup olarak Temmuz 2016 da Sakız adasına gitmeye karar verdik. Bundan önce Yunan adalarından sadece Leros’u gördüğümüz için “Acaba Sakız nasıl bir yerdir?” diye hayaller kurarak bir sabah erken vakit Çeşme limanından bindiğimiz katamaran tipi deniz otobüsü bizi yarım saatte bu adaya indirdi ve maceramız başladı.

Türkler yazın Yunan adalarına akın ettiğinden dolayı gemi de oldukça doluydu ve indikten sonra yaklaşık yarım saatlik bir kuyrukta bekledik ve pasaport kontrolünden geçip Yunanistan’a ayak bastık.

Her zaman olduğu gibi bu adanın tarihi, demografisi vs gibi ayrıntılara girmeyeceğim, merak eden Google Amca’ya sorar öğrenir. Ben gittiğimiz yerler ve gözlemlerimi anlatacağım.

resim_10 Adaya adını veren Sakız Ağacı

Sekiz kişi olduğumuz için iki küçük araba kiralayıp ilk gece kalacağımız “Golden Sands Hotel”e doğru yola koyulduk. Bu otel adaya da ismini veren Chios şehrinin – ki adanın en büyük yerleşim merkezi – hemen onbeş dakika güneyinde Karfas denilen yerde deniz kıyısında oldukça büyücek bir yer. Neyse odalara eşyaları bırakıp kısa bir değerlendirme yaptıktan sonra adanın doğu sahilini takip ederek kuzeye “Langada (Lagkada?)” adlı küçük köye geldik. Burada oturup bir öğle yemeği yeriz diye düşünürken buranın sahilindeki lokantaların aslında akşama hazırlık yaptığını ve öğlen bir şey yenmesinin pek mümkün olamayacağına ve daha kuzeye “Marmaro” adlı daha küçük bir köye gitmeye  karar verdik. Marmaro hakikaten küçücük bir yer ve fakat çok güzel bir denizi var. Biz de tüm diğer insanlar gibi halk plajından denize girip köyün içinden geçerken gözümüze takılan deniz kenarındaki lokantalardan birinde öğle yemeğimizi yemeği planlarken beklenmedik bir şey oldu.

resim_13 Karfas Koyuresim_01 Langada

 

resim_52Marmaro

Diğer otomobili kullanan arkadaşım yanlışlıkla arabanın anahtarını içinde unutup bagaj kapağını kapadı ve araba kilitlendi. Ancak her işte bir hayır vardır ve bu olay da bize de birazdan okuyacağınız gibi çok güzel bir anı bıraktı.

Araba kilitlenince ben diğer kişileri benim kullandığım arabayla plajda beklemesinler diye köye lokantalara götürüp arkadaşımın başına geri geldim. Kendisi de bu arada araç kiralama şirketiyle görüşüp yedek anahtarı istemişse de firma yedek anahtarın olmadığını! ancak bir tamirci gönderebileceklerini onun da 80€ gibi bir masrafı olduğunu belirtmiş. Bu arada ise lokantaya oturan arkadaşlarımız köyde bir çilingir olup olmadığını sormuşlar ve mucizevi bir şekilde olduğunu öğrenmişler. Lokanta sahibi Yorgo – onu daha sonra anlatacağım – “Nico” adlı çilingiri çağırırken bana da haber verdiler ve ben de lokantaya dönüp oraya gelen Nico’yu alıp kilitli aracın başlına götürdüm. Nico 60 – 65 yaşlarında, dalgalı kır saçlı, hafif şiman, tipik bir Yunanlı (hatta Egeli Türk bile diyebilirsiniz). Pikabı ile beni takip etti ve aracın yanına geldik. Nico burada sıcak güneşin altında belki 45 dakika belki bir saat uğraştı ve sonunda arabanın kapısını açtı ve biz de rahatladık. Ancak burdan sonrası önemli.

Arkadaşımız tabiatıyla Nico’ya borcumuzun ne olduğunu sordu ve inanamayacaksınız ama Nico “Hiçbir borcunuz yok” dedi. İnanabiliyormusunuz? Neyse güç bela adamcağıza 20 € vermeye muvaffak olabildik.

Buradan şunu çıkarıyorum – daha sonraki karşılaştığımız olaylar ve Leros tecrübem de bu gözlemimi ve düşüncemi pekiştirdi – Yunan adalarının halkı Türkiye’den gelenlere bayağı bağımlı. Eğer Türk turistler olmasa bu adalar fakirlikten kırılır herhalde. Bu yüzden Türkleri küstürmemek istiyorlar. Zaten kaldığımız üç gün boyunca tek tük Alman ve İngiliz dışında her yer Türk turist kaynıyordu. Nico’nun davranışının başka bir izahı olası zor olsa gerek.

Neyse, rahatlamış bir şekilde diğer arkadaşların bulunduğu lokantaya gelip biz de geç olsa da öğle yemeğimizi yedik. Sakız adasında kendi imal ettikleri bir bira var “Chios Fresh Beer”. Bunu kesinlikle herkese tavsiye ederim. Harika bir bira, içimi çok güzel.

Lokantanın sahibi Yorgo mükemmel İngilizce konuşuyor. Nerede öğrendiğini sorduğumda 32 sene New York Brooklyn’de oto tamnirciliği yaptığını ve memleketine döndüğünü söyledi. Niye döndüğünü sorduğumda da koyu gösterip “Şu manzaraya bak, New York’ta böyle bir yer var mı?”  dedi. Haklı, yok. Çocukları gelmemiş o karısıyla dönmüş. Tabii herkesin merak ettiği fiyatlar. Yorgo’da galiba 15 – 16 şişe bira içildi, bir yığın şeyler yenildi, tıka basa doyduk ve sekiz kişiye gelen hesap 100 € ! Bu daha bişey değil, akşam yemeğini anlatayım düşüp bayılın!

Neyse dinlendikten sonra ne yapalım dedik ve Yorgo’nun tavsiyesiyle Volissos diye adanın batı tarafında tepelere kurulmuş tarihi bir kasabaya gitmeye karar verdik ve yola koyulduk. Volissos’a giderken yolda Managros diye bir kıyıya gelip bakir bir plajda tekrar denize girdik. Bu plaj bir koy değil açık deniz ama harika bir yer. Soyunma yeri yok, duş yok tam bir bakir doğa.

resim_21 Managros  resim_22 Volissos

Neyse kendimize geldikten sonra Volissos’a geldik. Burası dağın tepesine kurulmuş tarihi bir köy. Tepede büyük bir yapı var ve Osmanlı paşalarından birisi için yaptırıldığı söyleniyor, fazla ilgilenmedik. Kasabanın tarihi kısmını şöyle bir gezdikten sonra, meydanda bir çardak altı kahvede soğuk sodaları ve kolaları içerek biraz serinledik. Ayrıca köy meydanında kocaman bir çeşme var. Managros’da denizden sonra duş alamadığımız için çeşmeden akan buz gibi suda yarım duş alarak temizlendik ve ondan sonra sıra akşam yemeğini düşünmeye geldi.

Daha önce yine Yorgo’dan aldığımız tavsiye üzerine Lithi’ye doğru yola koyulduk. Bu yolda dikkatimizi en çok çeken şeyin pek çok ormanın yanmış olduğunu görmemiz. Onlar da bu felaketten kurtulamamışlar. Neyse Lithi’ye geldik, geçtik yiyecek yer arıyoruz ama hiç bir şey yok sadece dağ ve tepeler. Neyse kasabayı biraz geçtikten sonra bir benzinci görüp nerede yiyebileceğimizi sorunca benzinci arkadaş, geldiğimiz yolda Lithi’ye girmeden bir yolun Lithi yalısına indiğini ve orada “Üç Kardeşler” isimli bir loknatanın en iyisi olduğunu söyleyince biz de geri dönüp orayı bulduk.

resim_18 Lithi Plajı

Lithi yalısı harika bir koy. Beş altı tane lokanta ve bir de çok güzel bir otel var. Adı Almiriki. Hakikaten çok güzel bir yere benziyor. Sanırım kafa dinlemek için ideal bir yer.

Evet benzincinin tavsiyesi üzerine “Üç kardeşler” lokantasına geldik. Bulmak zor değil çünkü kocaman Türkçe olarak ismini yazmış. Zaten tüm lokantalarda menü Rumca, İngilizce ve Türkçe. Saat oldukça geç olduğu ve acıktığımız için siparişleri biraz bol tuttuk. Tam hatırlamasam da şunları sipariş ettik: İki kayık tabak gümüş balığı, iki tane ızgara hellim, iki koca tabak kabak kızartma, iki koca porsiyon ahtapot, üç tane ızgara kalamar ki her birinde ikişer tane beybi kalamar (çok çok lezzetliydi) ve üstüne de bir kilo barbunya! Uzolar ve şarap da cabası. Tüm bunlara karşı gelen hesap 143 € !! Değerli Türk evlatları, Türkbükünde Hocanın Yeri denilen yerde uyduruk bir çiğ börek ve bir ılık biraya bir hafta önce 50 Törkiş Lira vermiş biri olarak bu ne demektir biliyormusunuz? Bizleri memleketimizde feci halde  kazıklıyorlar demektir ve buna bir çare bulunması gerekir!

Evet tıka basa doyduktan sonra gece karanlığında Karfas’a doğru yola çıkıp otelimize vardık ve herkes sızdı. Ancak ben biraz rahatsızlandığım için geceyi uykusuz geçirdim. Neyse sabah düzgün bir sabah kahvaltısı ve biraz ilaç ile kendime geldim ve ikinci geceyi geçireceğimiz Mesta şehrine doğru hareket ettik. Mesta, Karfas’a yakın, tahminimce yarım saatlik bir yol. Yolda önce Armolia diye bir köyde durduk. Burada turistik seramik eşyalar satan bir kaç dükkan var. Merak edip durup biraz dükkanlarda vakit geçirdik. Ancak bunlar tam turist dükkanı ve enteresan bir şey yok içlerinde. Uğramasanız da bir şey kaybetmiş sayılmazsınız. Sonra yolumuza devam edip yol üstündeki meşhur Pirgi kasabasını daha sonraya bırakarak Mesta’ya vardık.

resim_44 resim_39 Mesta’nın sokakları

resim_15 Mesta sokaklarında duvara asılarak kurutulan domatesler

Mesta adanın en önemli ürünü olan sakızı korsanlardan korumak üzere ortaçağda inşa edilmiş bir köy. Tüm şehir taş duvarları olan binalardan oluşuyor ve sokakları da labirent gibi. Araba şehrin içine girmiyor, dışarıda bırakıyorsunuz. Tabiatıyla daha sonraları şehrin dışında da binalar yapılmış ancak esas entersan yeri şehrin içi. Burada “Medieval Castle Suites” diye bir otelde kaldık. Otel deyince tek bir bina anlaşılmasın. Bu otelin konsepti çok değişik. Resepsiyon bu eski şehrin dar sokaklarından birinde bir ofis. Bizim kalacağımız odalar ise şehrin değişik yerlerine dağılmış. Mesela 100 ile başlayanlar iki sokak ötede, 200 le başlayan odalar başka bir yerde, 400 le başlayan odalar apayrı bir yönde şehrin her tarafına dağılmışlar. Bize şansımıza 101 no.lu oda düştü. Eğer buraya giderseniz bu odada kalmayı isteyin zira harika bir yer. Daha doğrusu ayrı mutfağı, oturma kısmı, ile bayağı bir suit. İsterseniz kendi yemeğinizi bile pişirebiliyorsunuz. Tavanlar yüksek,kalın taş duvarlar, tam bir ortaçağ şatosu gibi. Bu otelde resepsiyondaki Bayan Alexandria ve Bayan Popi harika insanlar. Bizlere çok yardımcı oldular. Onları anmadan geçemiyeceğim.

Bir önceki geceden dolayı pek keyfim olmadığından ben otelde dinlenmeyi tercih ettim, arkadaşlarım da beni otelde dinlenmeye bırakıp gezmeye gittiler. Ben de akşam üstü dinlenmiş bir vaziyette uyandıktan sonra onlara katıldım. Ancak onların gittiği yer adanın güney batı tarafında Komi diye bir yerdi ve ben de Bayan Alexandria’ya Komi’ye gidebilmek için bir taksi çağırmasını rica ettim. Kendisi köyde sadece bir taksinin olduğunu  meşgulse taa Chios’tan çağırması gerektiğini söyledi. Neyse taksici boştu da beni alıp Komi’ye götürdü. Taksici de zaten sadece Temmuz ve Ağustos aylarında çalışıyormuş. Onun haricinde müşteri pek bulamıyormuş.

Arkadaşlarım Komi’den önce onun hemen yanında Mavra Volia denilen koyda denize girmişler. Burasını ben maalesef göremedim ancak volkanik taşlardan oluşan bir koymuş ve çok güzelmiş.

resim_11 Mavra Volia Plajı

Buradan Komi’ye geçmişler ve ben de onları bu koyda  kıyıdaki Nostalgia denilen lokantada buldum. Lokantanın önü deniz, şezlonglar, şemsiyeler her yerde olduğu gibi burada da bedava. Onlar burada ıstakozlu spaghettilerini vs yemişler ve çok güzel bir zaman geçirmişler.

Nostalgia’da akşam güneşini keyifli bir şekilde batırdık ve tabii ki akşam yemeği planları yapıldı ve bu sefer Mesta’nın yalısına gitmeye karar verdik. Burası da küçücük bir koy ve iki tane lokantası var. Burada da gene gayet iyi bir yemek yiyip Mesta’ya geri dönüp otelimize daha doğrusu odalarımıza vardık. İşin ilginç yanı Mesta’ya geldiğimizde gece yarısıydı ve loş sokaklarda in cin top oynuyordu ve bu ürkütücü manzara içinde önce otoparktan şehre dar bir geçitten girdik, sonra da bu labirent gibi sokaklarda odalarımızı bulduk.

resim_03 Komi Plajı

Ertesi ve son günümüzde önce methini duyduğumuz Pirgi’ye gidelim dedik. Pirgi de küçük bir kasaba ve buranın özelliği evlerin dış duvalarının özel bir teknikle yapılan geometrik desenlerle bezenmiş olması. Burada tanıştığımız dükkan sahibi genç bir arkadaş bize bu geometrik şekillerin nasıl yapıldığını, hangi tekniklerin kullanıldığını vs. anlattı. Ayrıca adada işsizliğin nasıl yüksek olduğunu gençlerin bir çıkış yolu aradaklarından da bahsetti. Onun için diyorum ya Türk turistler buraları için önemli bir geçim kaynağı. O gün hava çok sıcaktı ve biz de köy meydanında oturup biraz serinledikten sonra Bayan Alexandria’nın tavsiye ettiği Ag Dinami koyuna geldik.

İşte burası cennetten bir köşe. Ufacık bir koy, beyaz kum ve pırıl pırıl bir turkuaz su. Nefis bir yer. Tam bir bakir koy, hiçbir tesis yok, altında gölgelenebileceğin bir kaç ağaç var o kadar. Burada da denize girip keyfini çıkardıktan sonra artık dönüş yolculuğuna geçtik. Önce tekrar Karfas’a gelip sahilde bir otelin lokantasında yemeklerimizi yedik, önündeki plajda denize girenler oldu, duşlarımızı aldık ve sonra da Chios’a gelip arabaları teslim ettikten sonra bizi Çeşme’ye geri götürecek olan teknemize bindik.

resim_47 Ag Dinami Koyu

resim_49 Pirghi’nin geometrik desenli duvarları

Chios veya bizim için Sakız adası bozulmamış koylarıyla, cana yakın insanlarıyla gidilip görülecek bir yer. Dolu dolu ve çok keyifli iki gece üç gün geçirdik. Harika yemekler yedik, güzel insanlarla tanıştık ve  diğer Yunan adalarına gitmeyi hayal ederek geri döndük.