Stephen W. Hawking

STEPHEN W. HAWKING – ZAMANIN KISA BİR TARİHİ VE TANRI

Mart 2015

Geçenlerde bu yıl en iyi erkek oyuncu Oscar ödülünü alan “The Theory of Everything” isimli ve S.W. Hawking hayatının anlatıldığı filim izleme fırsatı buldum. Bu filmde hayatı ve  kendisinin bilim alemi dışında geniş halk kitleleri tarafından tanınmasına yardımcı olan “A Brief History of Time – Zamanın Kısa bir Tarihi” adlı kitabı nasıl ve hangi şartlarda yazdığı anlatılıyordu. Eve gelince 1988 yılında Milliyet yayınları tarafından Türkçe’ye çevrilip piyasaya çıktığında aldığım ve okuduğum kitabı raftan indirerek tekrar okudum. Aslında ilk okuduğumda pek fazla bir şey anlamamıştım, şimdi okuduğumda pek çok kavramı anlayamasam da genel manada ne anlatmak istediğin anladım. Ama yine de herkese bu kitabı okumasını tavsiye ederim. Evrene ve bilime bakış açınızı oldukça değiştirecektir.

Burada bu kitabın eleştirisini yapacak değilim. Sadece filmde Hawking’in nasıl bir ateist olduğu ancak daha sonraları “Tanrı” fikrine nasıl yanaştığı bir nebze olsa da bahsediliyordu. Aşağıda bu kitaptan bazı alınıtları göreceksiniz. Bu kitap esas olarak evrenin anlamamıza yarayan ve nasıl yaratıldığına ilişkin Hawking’in düşüncelerini anlatan bir eser. Belki aşağıdaki alıntılar bu kitabı okumayana veya bu konu üzerinde temel bir takım fizik bilgileri olmayana biraz karışık gelebilir ancak yine de evrenin yaratılışında Tanrı’nın rolü var mı yok mu sorusuna verdiği cevaplar bakımından hayli ilginç.

Bu konuda benim öteden beri görüşüm pek çok yerde ve pek çok kere ifade ettiğim gibi “Tanrı evreni yaratmış, kurallarını koymuş ve ondan sonrasına karışmamıştır” şeklindedir ki Hawking’de buna benzer yaklaşımlar sergiliyor.

Şimdi gelelim alıntılara:

Alıntı (1)

“          …Bilim, evrenin, herhangi bir anda durumunu biliyorsak da daha sonra nasıl ilerleyeceğini, belirsizlik ilkesinin (Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi – K.A.’nın notu) belirlediği sınırlar içinde söyleyebilen bir yasalar takımı ortaya çıkarmış durumda. Bu yasalar aslında Tanrı tarafından buyurulmuş olsa da öyle görülüyor ki Tanrı o andan sonra hiç işe karışmadan, evreni yasalarına uygun biçimde gelişmeye bırakmış. Ama evrenin ilk durumunu ya da başlangıç koşullarını nasıl seçmiş? Zamanın başlangıcındaki “sınır koşulları” neydi?

Buna, “Tanrı evrenin ilk durumunu, anlamayı umamayacağımız nedenlerle seçti” biçiminde bir yanıt verilebilir. Her şeye gücü yeten varlığın gücü kuşkusuz buna da yeter ama böylesine anlaşılmaz bir biçimde başlattıysa evreni, niçin anlayabileceğimiz yasalara uyarak evrimlemeye bıraktı? Bilim tarihi tümüyle olayların keyfi bir tarzda oluşmayıp, tanrısal olsun olmasın belli bir kurulu düzeni yansıttığının yavaş yavaş farkına varılışıdır. Bu düzenin yanlızca yasalar için değil, evrenin ilk durumunu belirleyen uzay-zamanın sınırındaki koşullar için de geçerli olduğunu varsaymak çok doğal olacaktır. Hepsi de yasalara uyan, ilk koşulları çok sayıda evren modeli bulunabilir. Evrenimizi tanımlayacak belli bir ilk durumu ve dolayısıyla bir modeli seçmemiz için bir ilke olmalı.

Aradığımız ilke, düzensiz sınır koşullarında olabilir. Bu koşullar, açıkça, belirtmeden evrenin sonsuz büyüklükte olduğunu, ya da sonsuz sayıda evren bulunduğunu varsayarlar. Düzensiz sınır koşulları altında, büyük patlamadan sonra uzayın belirli bir bölgesini belirli bir durumda bulmanın olasılığı ile aynı bölgeyi başka herhangi bir durumda bulmanın olasılığı bir anlamda aynıdır, ama evrenin ilk durumu tamamen gelişigüzel seçilmiştir. Bu, evrenin ilk evrelerde büyük bir olasılıkla düzensiz ve karmakarışık olduğu anlamına gelir, çünkü evrenin düzensiz ve karmakarışık bulunabileceği durumlar, düzenli ve düzgün bulunabileceği durumlardan sayıca çok daha fazladır (Termodinamiğin ikinci kanunu “entropinin devamlı artması” – K.A. notu). (her durum eşit olasılıkta ise, evrenin düzensiz ve karmakarışık durumda başlaması daha olasıdır, çünkü bu durumlar daha çoktur). Böylesine düzensiz ilk koşulların, bugün büyük ölçekte böylesine düzgün ve düzenli evrenimizin çıkış noktası olabileceğini kavramak çok zor. Ayrıca böyle bir modeldeki düzensiz yoğunluk değişimlerinin, gamma ışını gözlemlerinden saptanan üst sınırdan çok daha fazla sayıda kara deliğin oluşumuyla sonuçlanması beklenirdi….”

Alıntı 2:

“…Bilim yasaları, şimdi bildiğimiz biçimiyle, elektronun elektrik yükünün niceliği ve proton ile elektronun kütlelerinin oranı gibi pek çok temel sayı içerir. En azından şimdilik, bu sayıların değerlerini kuramdan çıkarsayamıyoruz – ancak gözlemlerden bulabiliyoruz. Bunların hepsini çıkarsayabileceğimiz tam bir birleşik kuramı bir gün ortaya koyabileceğimiz gibi, aslında hepsi evrenden evrene ya da tek bir evrenin içinde değişiyor olabilir. Şaşılası gerçek ise bu sayıların değerlerinin yaşamın gelişimini olanaklı kılmak için çok ince ayar edilmiş gibi gözükmesi. Örneğin, elektronun elektrik yükü azıcık değişik olsaydı yıldızlar ya hidrojen ve helyumu yakamayacak, ya da patlayamayacaktı. Doğal olarak, bilim kurgu yazarlarının bile daha düşlemediği, güneş gibi bir yıldızın ışığına ya da yıldızlarda yapılıp yıldız patlayınca uzaya saçılan ağır kimyasal elementlere gereksinim duymayan başka zeki yaratıklar varolabilir. Yine de şurası açık ki, bu sayıların herhangi bir zeki yaratığın gelişimini olanaklı kılabilecek değerleri, sınırları belli aralıklar içindedir. Çoğu değer takımları, çok güzel olsalar da bu güzelliğe bakıp hayran kalacak kimsenin olmayacağı evrenlere yol açacaktır. Bu Yaradılış’ta ve bilim yasalarının seçiminde tanrısal bir ereğin kanıtı olarak, ya da güçlü insancı ilkenin bir desteği olarak görülebilir…”

Alıntı 3:

“…Uzay ve zamanın sınırsız, kapalı bir yüzey oluşturabileceği düşüncesinin, evrenin işleyişinde Tanrı’nın rolüne ilişkin etkisi bulunmaktadır. Bilimsel kuramların olayları açıklamaktaki başarısı sonucu, çoğu kişi Tanrı’nın evreni bir takım yasalara uyarak evrimleşmeye bıraktığına ve evrene karışıp bu yasaları çiğnemediğine inanır olmuşlardır. Ama bu yasalar, evrenin başlangıcında nasıl olduğunu belirtememktedirler ve mekanizmayı kurmak ve nasıl başlayacağını seçmek Tanrı’ya kalmıştır. Evren’in bir başlangıcı oldukça, bir yaratıcısı olduğunu varsayabiliriz. Ama evren gerçekten tümüyle kendine yeterli, sınırsız ve kenarsız ise, ne başı ne de sonu olacaktır: yalnızca olacaktır! O halde bir Yaradana ne gerek var?”

 

Görüldüğü gibi Hawking, evrenin yaratılışına veya oluşuna ait değişik alternatifler öne sürmektedir. Kitapta gördüğüm kadarıyla Tanrı’nın varlığına ya da yokluğuna kesin olarak karar vermemiştir. Daima alternatifler ileri sürmüş. Diğer bir deyişle kendisi de şüphe içindedir gibime geliyor….