Bu yazının başlığı aslında çok standart ama başka başlık da bulamadım çünkü hakikaten aşağıda anlatacağım gözlemlerimi en güzel bu iki kelime anlatıyor.
Ağustosun ilk haftasında aile işleri için Ankara’daydım. Biraz boş vaktim vardı ve yıllardır görmediğim ve çocukluğumun geçtiği Ankara’sını daha doğrusu Bahçelievler ve Emek Mahallesini gezeyim dedim.
Benim çocukluğum ve ilk gençliğim Bahçelievler ve Emek Mahallesinde geçti. Oralara ait anılarım hala içimde canlı olarak duruyor. İlkokul birinci sınıfa Bahçelievler ilkokulunda başladım. İkinci sınıfa geçip Amerika’ya gittmeden önce yine emek mahallesi 57. Sokakta oturuyorduk. Amerika’dan döndükten sonra Kolejin yanında bulunan Kanser Hastanesinin karşısındaki Umut sokakta kısa bir süre oturduysak da sonra Emek’de İsrail Evlerine taşındık ve ben üniversite birinci sınıfı bitirene kadar orada oturduk.
Benim bu semtlerle ilgili olarak hatırladığım ilk şey rahmetli dedemin Bahçelievler çarşı durağı 29. sokakta yaptırmış olduğu ve bir katında bizim oturduğumuz üç katlı yeşil küçük apartmana ait. Hayal meyal hatırladığım anılar tahmin ediyorum beş-altı yaşlarıma ait. Daha sonra büyüyünce orada oturmadık ama İsrail Evlerindeyken amcamı ve babaannemi ziyarete o eve sık sık giderdik. Yani demem odur ki Bahçelievler ve Emek Mahallesinin bende çok özel bir yeri var. Bu sebeple bu boş vaktimde gidip oraları bir göreyim dedim.
Bahçelievler’e son durak tarafından girdim. Buraya “Son Durak” deniyordu çünkü troleybüsler ve otobüslerin son durağıydı burası. Cebeci ve Ulus’tan gelen bu otobüsler buradaki meydanda geniş bir daire çizerek geri dönerler ve dönüş sefer saatinin gelmesini burada beklerlerdi. Arabayla yavaş yavaş benim bildiğim 7. Caddeden ilerlerken sağdaki soldaki apartmanlara bakıyor bir yandan da buralarda geçirdiğim çocukluk günlerimi hatırlıyordum. Bazen kolejden eve dönerken arkadaşlarımla beraber bindiğim troleybüste “Birinci” veya “Karakol” duraklarında ineceğime çok daha uzak olmasına rağmen onlarla daha fazla beraber olup laflamak için “Çarşı” hatta “Cami” durağında iner oradan taa İsrail Evlerine geri yürürdüm.
İşte bu hatıralara dalmış arabayla giderken bir yandan da 29. sokağı arıyordum. Bu sokak Çarşı durağında 7. Caddenin bitiminden önceki son sokaktır. 7. Caddenin sonuna geldim fakat 29. Sokak tabelasını göremedim. Caddenin sonundan sağa sapıp sonra tekrar sağa saptım ve 7. Caddeye paralel epey geri gidip tekrar 7. Caddeye çıktım ve sokak tabelalarına daha dikkatli bakmaya başladım. Bir de ne göreyim: Sokak ve cadde numaraları değişmişti! Benim 7. Cadde diye bildiğim cadde olmuştu “Aşkabat Caddesi”, diğer tüm sokak numaraları da başka başka numaralar olmuştu. Bizim 29. Sokakta olmuştu 61. Sokak. Fakat işin garip yanı tüm sokak levhalarında daha küçük harflerle eski sokak numaraları da yazılmıştı. Mesela “Aşkabat Caddesi” levhasında sarı harflere “Eski 7. Cadde” yazıyor. Yani çok garip bir durumdu. Niye sokak numaralarını değiştirirler anlamış değilim.
Aslında o kadar garip olmuş ki daha sonra Emek mahallesini dolaşırken bizim oturduğumuz 57. Sokağın 29. Sokak olarak değiştirilmiş olduğunu fark ettim. Yani bu ne biçim iş? Kim bunu yapmış? Oradaki insanlara sormuşlar mı? Tabiyatıyla bu sorular abes sorular. Bundan sorumlu Ankara Belediyesi mi Çankaya belediyesi mi bilmiyorum ama bu gibi işler bizde “Ben yaptım oldu” mantığıyla yapıldığı için şaşırmamak lazım. Kimse de karşı çıkmamış koyun gibi kabul etmiştir. Eminim Londra, Paris veya Berlin’deki sokak numaraları veya isimleri herhalde ikiyüz yıldır aynıdır. Yarın öbürgün bu sokak numaralarını da değiştirilerse şaşırmam.
Neyse gelelim benim kaybolan anılarıma. Arabayı yan sokaklardan birine park ettim ve 29. Sokağı yukardan aşağı yürüyerek dedemin yaptırdığı fakat ailemizin uzun yıllar önce elinden çıkardığı apartmanı ve hatırladığım diğer binaları aramaya başladım. Ben de çok safmışım. O apartman dahil diğer tüm apartmanlar yıkılmış ve yerine yenileri yapılmıştı. Dedemin evinin bahçesinde kocaman bir kiraz ağacı vardı ki ben yaz zamanı ona çıkar ve kirazları toplardım. Tabiyatıyla o da yok olmuştu. Niye kesmişlerdi? Kirazları o kadar güzel ve lezzetliydi ki. Ancak tahmin ediyorum yıkılmayan bir bina vardı o da bizim evin karşısında bulunan ve Uğur Mumcu’nun ailesine ait olan kırmızı apartmandı.
İnsan küçükken herşey kendisine çok büyük geliyor herhalde. 29. Sokak benim için çok geniş bir sokaktı, ayrıca yokuşu da çok dikti. Ama şimdi bakınca iki arabanın yan yana geçeceği ve yokuşu da o kadar dik olmayan bir sokak çıktı karşıma. Biraz daha oralarda dolaşıp anılarımı canlandırdım, yürüyerek tekrar 7. Caddeye çıktım ve orada bir kafeye girip bir sabah kahvesi içtim. 7. Cadde de kocaman bir caddeydi benim için ancak şimdi daracık bir sokak genişlliğinde. Kahvemi bitirdikten sonra arabaya binip Emek mahallesine doğru yola çıktım.
Emeğe 4. Caddeden girip İsrail Evlerine gitmekti niyetim. 4. Caddeye gelince bir de baktım ki onun da adı “Kazakistan Caddesi” olmuş. Al sana bir gariplik daha. Burası da benim için kocaman geniş bir yoldu ama işte dar bir cadde olmuştu. Acaba bunda sağlı sollu park etmiş arabaların rolü mü var. Benim çocukluk zamanımda buralarda öyle pek araba bulunmazdı. Bizim sokakta bile sadece 2-3 tane araba vardı. Biz sokakta maç yapardık, misket oynardık, tornete binerdik, kırk yılda bir araba geçerdi. Tüm çocuklar sokaktaydı. Şimdi dolaşırken bakıyorum sokakta bir tane çocuk yok. Nerdeler? Hepsi Playsation mı oynuyor? Misket oynamayı biliyorlar mı? Acaba misket bakkallarda hala satılıyor mu? Pardon bakkal ne? Yoksa market olmasın?
Evet, yavaş yavaş 4. Caddeden aşağı süzüldüm ve İsrail Evleri’nin başlangıcına gelince sola dönüp aşağıya 57. Sokağa doğru saptım. Niyetim 57. Sokağa gelince sağa sapıp İsrail Evleri’nin çarşısının karşısına çıkmak. Dediğim gibi 57. Sokak olmuş sana 29. Sokak. Ne iş? İsrail Evleri hiç değişmemiş. Hiç olmazsa değişmeyen bir şey buldum. Buraya gelince 4. ve 8. Caddeleri birbirine bağlayan ve İsrail Evlerini ikiye bölen 9. Caddeye saptım. Oradan 60. Sokağa sapıp bir tur atarak bizim oturduğumuz 78. Sokağa aşağıdan girdim. Evet 60. Sokak olmuş 19. Sokak, 78. Sokak olmuş 33. Sokak.
Şimdi gelelim bu semte niye İsrail Evleri denmesinin sebebine. Buradaki apartmanlar vaktiyle Demokrat Parti zamanında 1960 ihtilalinden önce İsraillilere yaptırılmış da ondan. Burası 4. ve 8. Caddelerin arasında 57., 78. Ve 60. sokakları kapsayan 4 katlı bir örnek apartmanlardan oluşan bir site şeklinde. Tahmin ederim İstanbul’da Ataköy’den önce yapılmış bir örnek ve şimdiki “rezidans” denilen ucubelerden daha kullanışlı bir apartman topluluğu. Her şeyden önce bu apartmanların planları o kadar güzel ve kullanışlıdır ki içinde yaşamak çok rahattır. Onun haricinde Ankara kara iklimi olduğu için ısı kaybı olmasın diye pencereleri küçüktür ve inanamayacaksınız çift camlıdır. Çift camlı dediysem de bizim şimdiki ısıcam tipi değil. Pencerenin içinde mandallarla tutturulmuş ikinci bir pencere daha vardır. Bu mandalları açtığınız zaman her iki camı da temizleyebilirsiniz. Acaba bu pencerelerden kalmışmıdır yoksa hepsi PVC pencerelere mi dönüştü?
Neyse burada bir tur attıktan sonra Emek Mahallesini bir boydan bir boya geçen benim 60. Sokak olarak bildiğim sokağa en başından girip yukarı doğru çıkmaya başladım. Bu sokağın özelliği, benim çocuk ve gençliğimde tamamen iki katlı müstakil evlerden oluşması ve her iki yanının da iğde ağaçları ile kaplı olmasıydı. Yaz akşamları burada yürümeye doyamazdınız. İğde kokuları etrafı sarar, Ankara’nın serin limonata gibi yaz geceleri size büyük bir mutluluk ve huzur verirdi. Arkadaşlarımızla yaz geceleri kaldırımda oturur, sohbet eder, büyükleri çekiştirirdik. O zamanlar yaz geceleri tüm mahallenin çocukları sokağa çıkardık. Bir kere televizyon yoktu. Geldiği zamanda haftada üç gün mü ne o da bir kaç saat yayın yapıyordu ve her evde de TV yoktu.
- Sokak gitmiş her iki yanı 4-5 katlı apartmanlarla çevrili tek bir iğde ağacının bulunmadığı ruhsuz bir sokak gelmiş. Ne kadar hüzünlendim ve üzüldüm anlatamam. Bu sokağın sonuna kadar gidip oradan sağa dönüp 8. Caddeye girdim. Adı değişmiş, ne olduğunu bilmiyorum, bilmek de istemiyorum.
Memleketimizi ne hale getirdik. Modern yapacağız diye tüm değerlerimizi ve anılarımızı sildik. Bu yazıyı okuyan gençler, “İşte bir dinazor daha diye” düşünebilirler, ancak toplumların hafızalarını yok ederseniz o toplumu da yok edersiniz. Şimdilerde zaten bunu yapıyorlar. Tüm eskileri yok edip yeni, ruhsuz, herşeye evet diyecek hiç bir şeyi sorgulamayacak bir toplum yaratmak istiyorlar ki kendi güçlerini muhafaza edebilsinler. Umarım gençlik buna karşı çıkar ve – kendi anlayacakları dilde söyleyeyim – hafızalarını “reset” etmelerine müsaade etmezler.
Evet uzun lafın kısası bir Ankara nostaljisi yaptım ama içim burkuldu, gördüklerimden hoşnut kalmadım. Ne yaparsınız, zaman akıp gidiyor işte….
Ağustos 2015