BATI KARADENİZ

BATI KARADENİZ’DE KISA BİR SEYAHAT

Kasım 2019

(Not: Fotoğrafların üzerine tıklarsanız büyük olarak görebilirsiniz)

Evvelki sene çok sevdiğim ve benim gibi emekli olan iki arkadaşımla birlikte günü birlik veya bir gece kalmalık yurt içi seyahatlerine başladık ve bu seyahatler de bayağı hoşumuza gitmeye başladı. Aynı kafada ve iyi anlaşan insanlar birlikte olunca seyahatlerin tadı da başka bir güzel oluyor.

Geçen sene Safranbolu’ya bir gece kaldığımız bir seyahat yapmış ve tadı damağımızda kalmıştı. Bu sonbahar yine aynı bölgeye ama bu sefer Kastamonu ve Batı Karadeniz bölgesine gitmeye karar verdik. Bu sene Kasım ayında havalar da bir acayipleştiği için yağmur, kar korkusu olmadan  geç bir sonbahar havasında muhteşem bir gezi yaptık.

Sabah hava daha yeni aydınlanırken – büyüklerimiz kış ve yaz saatini iptal edip çocukları karanlıklarda okula göndermekte israrcı olduklarından dolayı bu sabah 07:30 oluyor – İstanbul’dan Karabük’e doğru yola çıktık. Kastamonu’ya iki yoldan gidilebilir. Bir tanesi Gerede, Karabük ve Araç üzerinden, diğeri de Gerede, Kurşunlu ve Ilgaz üzerinden. Arkadaşlarımızdan bir tanesi Safranbolu’dan kekikli ve safranlı sabun alacağından dolayı biz Karabük ve Safranbolu yolunu tercih ettik.

Daha önce Safranbolu’ya gidip bir gece kalmışlığımız olduğu için Sarfanbolu’da durup vakit kaybetmedik sadece sabunlarımız aldık. Gidenler bilir, Safranbolu’nun safranı meşhur (adından anlaşılacağı üzere) ve bu safranı kullanıp çeşitli cinslerde sabun yapıyorlar. Mesela Karanfil ve Safranlı, Bal ve Safranlı, Sarımsaklı, Badem ve Safranlı, Meyan köklü sabun cinsleri var. Tabii ki hepimiz bunlardan aldık ve yola devam ettik.

Araç ilçesine geldiğimizde artık öğle yemeği vakti geldiği için bir şeyler yiyelim dedik. Ana yol şehrin ortasından geçiyor ve sağlı sollu güzel lokantalar var. Biz de bir tanesini seçip güzel bir öğle yemeğini takiben tekrar yola koyulduk.

Seyahat arkadaşlarımdan birisi uzun yıllar boru hatları projelerinde çalıştığı ve vaktiyle Kastamonu’ya doğal gaz getiren hattın yapımının başında buralarda epeyce zaman geçirdiği için bu bölgeyi iyi tanıyor. Onun önerisiyle Araç’tan sonra ana yolu takip etmeyip Kastamonu’ya İhsangazi üzerinden giden ikinci yoldan gittik. Nasıl olsa acelemiz yok maksat yurdumuzun değişik köşelerini görmek.

Yukarıda da söylediğim gibi bu seyahatimizde hava muhteşemdi. Tüm seyahat boyunca tek tük bulutlara rastladık o kadar. Bu sebeple manzaralar muhteşem. Batı Karadeniz’in herhalde %80 i ormanlarla kaplı olduğu için her yer yeşil. Ancak yapraklarını döken ağaçlar sraramış. Merak ettiğim bu ağaçların yaprakları kızardı da sonra sarardı mı ve biz biraz geç geldiğimiz için o kırmızı yaprakları kaçırdık, yoksa bu cins ağaçların yaprakları doğrudan sararıyor mu bilemedik.

Her neyse güzel manzaralardan geçerek Kastamonu’ya ulaştık. Ben daha önce yaptığım Sinop gezisinde Kastamonu’dan geçmiş ve mola vermiştim onun için şehri biraz görmüştüm. Bu seyahatte daha da iyi gördüm.

Kastamonu’da kalacak modern oteller olduğu gibi eski konakları restore edip otel haline getirip işletenler var. Onun için biz de seyahate gitmeden önce bunlardan “Şahmeran Konağı”nda yer ayırtmıştık. Bu konak ile ilgili yorumlarımı Tripadvisor’da okuyabilirsiniz sadece şunu söyleyeyim çok memnun kaldık.

Şimdi Kastamonu’dan biraz bahsedeyim. Burası bir vadi içine yerleşmiş oldukça büyük bir şehir ve bilhassa orman sanayii gelişmiş bir yer. Ancak her Anadolu şehrinde olduğu gibi mimari açıdan tam bir felaket. Eski konaklar buranın yöresel mimarisini temsil ediyor ve çok güzeller, bazı eski evler hala duruyor ama yeni yapılan binaların mimarisi rezalet. Hiç biri birbirine benzemiyor, aklına gelen bir mimari şekil uydurmuş yapmış. Hükümet konağı bunların dışında. Bu bina tam buranın eski mimari tarzına uygun olarak yapılmış çok güzel bir yapı.

Neden biz Türkler bu eski değerlere sahip çıkmayız? Bu şehirde yapılacak binaların en azından cephelerinin Kastamonu mimari tarzına uygun yapılmasını mecbur etmeyiz? Modern veya ne idüğü belirsiz mimari yapılar yapılınca gelişmiş mi oluyoruz? Aynı şeyi Kars’ta da görmüştük. Ruslar’dan kalan binalar harika yeni yapılanlar rezalet. Bu iş bu kadar mı zor?

Kastamonu’da diğer bir olumsuz şey de hava kirliliği. Maalesef zamanında şehir dışına yapılmış sanayi tesisleri artık şehir içine girmiş vaziyette ve bunların bacalarından çıkan dumanlar rüzgarsız günlerde (bizim orada olduğumuz zaman gibi) şehrin üstüne çöküyor. Ayrıca oranın yerlileriyle görüştüğümüzde doğal gaz fiyatının yüksekliğinde dolayı pek çok dar gelirlinin  bunu kullanmayıp kömür veya odun sobası kullandıklarını öğrendik ki bu da hava kirliliğine katkıda bulunuyor.

Bunların dışında eski Kastamonu tarih kokuyor. Gezecek görecek pek çok yer var. İnsanları yardımsever ve cana yakın. Mesela ben fotoğraf çekerken kahvede oturan birkaç kişinin fotoğrafını çekmek için izin istedim ve hiç itiraz etmediler ve bizi çay içmeye davet ettiler ancak zamanımız kısıtlı olduğu için “bir dahaki sefere” dedik.

Gittiğimiz gün sağı solu dolaştıktan sonra arabayla “Seyrengâh Tepesi”ne çıktık. Burası Kastamonu’nun batısında şehri yukarIdan gören bir tepe ve buraya çok güzel bir lokanta kafe açmışlar. Biz de burada oturup kahvelerimizi içtik ve manzarayı seyrettik.

Kastamonu şehir içinden bir manzara

Seyrangâh tepesinden Kastamonu

Kastamonu kalesinin Seyrangâh tepesinden görünüşü

Artık akşam olduğu için yemek yeme vakti gelmişti. Artık pek çok Anadolu şehrinde olduğu gibi Kastamonu’da da içkili loknataların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Biz de bunlardan bir tanesi olan Kurşunluhan’a gittik. Burada buranın yöresel yemekleri olan Tirit, Badluma  gibi lezzetleri tadıp karnımızı fazladan doyurduk. Burası tarihi bir bina ve aynı zamanda otel. Görülmesi gereken yerlerden birisi.

Ertesi sabah güzel bir kahvaltıdan sonra yola koyulduk. Bugünkü hedefimiz Kastamonu’ya yaklaşık iki saat mesafedeki Pınarbaşı ilçesinin yakınındaki Valla Kanyonu. Bu bölgede üç tane kanyon var birisi Valla, diğeri Çatak öbürü de Horma Kanyonu. Horma’nın yolu kapalı olduğu için oraya gitmeye teşebbüs etmedik.

Pınarbaşı’na iki yoldan gidiliyor. Bir tanesi İnebolu yoluna çıkıp, Seydiler’den Azadavay’a ve oradan Pınarbaşı’na veya Kastamonu’dan Daday’a oradan Azdavay, Pınarbaşı. Biz giderken ikincisini dönerken de birincisini tercih ettik ve iyi ki öyle yapmışız.

Daday’dan sonra yol dağlara sarıyor. Bu dağlar Küre Dagları’nın doğu uçları. Küre dağları çok geniş bir alanı kaplıyor ve batıda Karabük ve ötesine kadar uzanıyor. Harika ormanlar. Nefis manzaralar, yol da çok güzel. Sık sık durup fotoğraf çektik ve ağaçları inceledik. Yol arkadaşlarımdan bir tanesi de botaniğe meraklı olduğu için bize bol bol bilgi verdi ve hangi ağacın ne olduğunu ne olmadığını anlattı.

Daday – Azdavay arası…

Küre Dağlarından manzara

Sonunda bir vadinin içine kurulmuş olan Azdavay’a geldik buradan Pınarbaşı yoluna saptık ve Çatak Kanyonu levhasını görüp o yola girdik. Ana yoldan yaklaşık 5 km. gidince kanyona varıyorsunuz. Aslında arabayı bıraktığınız yerden bir 800 mt. kadar daha yürüyerek kanyonu yukarıdan seyredebileceğiniz seyir terasına ulaşıyorsunuz.

Buraya Amerika Grand Canyon’da yaptıkları gibi vadinin üstüne uzanmış, tabanı cam ve üzerinde yürüyebilceğiniz bir seyir terası yapmışlar. Burasını Azdavay Belediyesi işletiyor, küçük bir çay ocağı var ve giriş ücretli ancak hepimiz 65 yaş üzerinde olduğumuz için bizden ücret almadılar. Çay ocağını işleten genç arkadaş bize kanyon hakkında bilgi verdi. Seyir terasından fotoğraflarımızı çektik ve çay ocağında çayımızı içtikten sonra tekrar yürüyerek arabamıza vardık ve Pınarbaşı’na doğru yola koyulduk.

Azdavay – Çatak Kanyonu arası

Çatak Kanyonu seyir yerindeki çay ocağı

Çatak Kanyonu ve seyir terası

Pınarbaşı’na geldiğimizde yemek vakti gelmişti ve bu küçük kasabada güzel bir lokanta bulduk. Sahibi Bayram Bey cana yakın ve buranın köklü ailelerinden. Hem yemek yedik hem sohbet ettik. Lokantasında hakiki kestane balı satıyordu. Buraların kestane balı meşhurdur ve ben de bir kavanoz aldım. Bu balın tadı bizim bildiğimiz çiçek veya çam balının tadına benzemiyor. Biraz karamelimsi bir tadı var ve ben çok beğeniyorum.

Pınarbaşı’nın yakınında sadece Valla Kanyonu yok aynı zamanda Horma kanyonu ve Ilıca şelalesi de var. Horma’nın yolu kapalı olduğu ve biz Çatak Kanyonu’nu gördüğümüz için bir günde bir kanyon yeter hesabıyla Valla Kanyonu’na gitmekten vazgeçtik. Aslında bu kararımıza bir sebep de oraya arabayla varınca uzun bir yürüyüş yolundan sonra uzun bir merdiven ile seyir terasına çıkmak gerekiyor. Biz de bunu göze alamadık zira zaten yorulmuştuk.

Ilıca şelalesi şehre çok yakın. Orada da arabayı park ettikten sonra yaklaşık bir 300 – 400  metre yürüyüp şelaleye varıyorsun. Dağların arasında çok güzel bir yer. Kasım ayı olmasına rağmen hala gür akıyordu ama eminim bahar aylarında gelsek çok daha fazla su akışını göreceğiz.

Ilıca şelalesine giden yürüme yolu

   Ilıca şelalesi

Karadeniz evleri…

Burada da fotoğraflarımızı çektikten sonra dönüş yoluna geçip yukarda bahsettiğim diğer yoldan Kastamonu’ya döndük. Aslında planımız Kastamonu’ya döndükten sonra Ilgaz dağlarına da gitmekti ancak vakit kalmadığı için bunu gerçekleştiremedik. Darısı bir daha ki sefere…

Kastamonu’ya geldiğimizde hava daha tam kararmamıştı ve biz de saat kulesine çıkalım dedik. Seyahat arkadaşımın anlattığına göre bu saat kulesi İstanbul’dan buraya taşınmış. Sebebi de padişahın (hangisi bilmiyor) karısı hamileyken bu saat çalınca kadın korkmuş ve düşük yapmış. Buna kızan padişah  da “Alın bunu başka yere götürün” diye emredince alıp buraya getirmişler.

Saat kulesi güzel de yine bu Kastamonu’lular tutmuşlar şehrin bir yanında bir yanına teleferik kuralım demişler ve başlangıç istasyonunu da saat kulesinin arkasına kondurmuşlar (teleferik daha tam bitmemiş ama yakında biter). Bu ikisi yan yana o kadar çirkin duruyor ki. Güzelim saat kulesinin canına okumuşlar. Nedir bu teleferik merakı anlayabilmiş değilim? Memleketin kıt kaynaklarını daha güzel işlere harcasak olmaz mı?

Kastamonu saat kulesi ve yanındaki teleferik istasyonu.

Saat kulesinden sonra sıra alışverişe gelmişti. Kastamonu’da meşhur siyez buğdayı yetişiyor. Son senelerin modası bu buğday. Söylendiğine göre genetiği değiştirilmemiş 10 bin yıl öncesinin buğdayı. Her yerde bunun ununu ve bulgurunu satıyorlar. Ayrıca son senelerde öğrendiğim bir şey var o da Kastamonu’nun pastırmasının çok meşhur olduğu. Biz Kayseri’yi pastırma memleketi olarak bilirdik ama anlaşılan Kastamonu’da bu konuda pek aşağı kalmıyor. Dolayısıyla bu ürünleri satan güzel bir dükkan bulduk ve un, bulgur ve pastırmadan başka tabii ki olmazsa olmaz Taşköprü sarımsağı da aldık. Böylece alışverişimizi bitirip akşam yemeği için otelimizin tavsiyesi üzerine “Münire Sultan Sofrası” denilen mekâna geldik. Burası tabi ki içkisiz ancak yemekleri çok lezzetli. Tavsiye edilir.

Ertesi gün artık dönüş zamanı gelmişti. Dönüşümüzde merak ettiğimiz, daha doğrusu seyahat arkadaşlarımdan bir tanesinin ısrarla görmek istediği ve bize de bu isteği aşıladığı  “İstiklal Yolu”nun kaldıysa orjinal halini görmekti.

“İstiklal Yolu” kurtuluş savaşında İstanbul’dan deniz yoluyla İnebolu’ya getirilen cephanelerin  Anadolu’ya kağnılarla taşındığı yol. Dolayısıyla tarihi önemi bizler için büyük. Aslında bu yolun güzergahının çoğu bölümü şu anda Kastamonu – İnebolu arasındaki güzergah. Bazı kısımları bu güzergahın dışında kalıyor. Daha önce bahsettiğim diğer arkadaşım buralarda boru hattı döşerken bu yolu görmüş ve biliyormuş. Onun için onun rehberliğinde İnebolu yolu üzerindeki Seydiler kasabasına gelince şehrin içine girdik ve batı tarafındaki bir toprak yola saptık. Bu yol işte “İstiklal Yolu”nun bir parçası. Hatta bazı yerlerde orijinal taşları görmek mümkün.

Orjinal İstiklal Yolu’nun bir parçası. Yolda görülen taşlar o zamandan kalma

Seydiler Belediyesi’nin İstaiklal Yolu’nda şehit olan Şerife Bacı’nın hikayesini anlattığı pano

Bu merakımızı tatmin ettikten sonra tekrar İnebolu’ya doğru yola devam ettik. İnebolu’ya gelirken Küre kazası var. Burada çok büyük bir bakır madeni bulunuyor. Eskiden Etibank’ınmış ama artık özelleştirildiği için özel sektöre ait. Küre kazası dağın yamacına kurulmuş, dağın tepesinde de maden var.

Küre’nin uzaktan görünüşü ve tepesindeki bakır madeni

Sonraki durağımız İnebolu ancak orada durmayıp Cide’ye doğru yola devam ettik. Bu yol bizi Cide üstünden Bartın’a çıkaracak. Ancak büyük bölümü kıyıdan gidiyor ve çok virajlı ve yer yer çok dar. Manzara nefis. Karadenizi ve denize inen dik yamaçları büyük bir zevkle seyrediyorsunuz. Biz de zaman zaman durarak bu manzarının keyfini çıkardık. Burada dikkatimi çeken şey yolda doğru düzgün durup çay içip dinleneceğimiz bir yer olmamasıydı. Bir iki yer bulur gibi olduk ancak onlar da kış mevsimi diye kapamışlar ve gitmişlerdi. Onun için Cide’ye kadar bir yerde mola veremeden geldik. Cide’ye geldiğimizde saat 14:30 olmuştu. Sabah saat 09:00 da yola çıktığımıza göre ne kadar ortalama hız yaptığımızı siz bulun.

Küre – İnebolu arası…

Karadeniz kıyılarından manzaralar

Karadeniz kıyılarından manzaralar

Neyse Cide’de sahilde düzgün bir lokanta bulup çok güzel hamsi, mezgit ve salata ile nefis bir öğle yemeği yedik. Cide’den sonra bir müddet daha kıvrımlı sahil yolundan gittikten sonra bölünmüş yola geliyorsunuz ve yol kolaylaşıyor. Bartın’a gelmeden önce görelim nasıl bir yermiş diyerek Amasra’ya girdik. Burası Ankara’ya yakın olduğu için eskiden beri Ankara’nın sayfiye yerlerinden birisidir. Bodrum, Marmaris gibi yerler keşfedilmeden önce Ankaralı’lar denize girmeye buraya gelirlerdi. Gördüğüm kadarıyla bu niteliğini halen koruyor çünkü pek çok güzel otel gördüm.

Bundan sonra artık hep bölünmüş yol ve Bartın ,Çaycuma, Mengen Yeniçağa ve Bolu üzerinden İstanbul’a olaysız bir şekilde döndük.

Netice olarak çok keyifli ve güzel bir gezi yaptık. Değişik yerler gördük. Yeşile doyduk, yeni insanlarla tanıştık ve yurdumuzun bilmediğimiz bir yerlerini keşfettik. Darısı nice böyle güzel seyahatlere…