KISA BİR YUTİÇİ GEZİSİ

Haziran 2019

(NOT: Fotoğrafların üzerine tıklarsanız büyük olarak görebilirsiniz)

23 Haziran 2019 tarihinde yapılan ikinci İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi nedeniyle gittiğimiz İstanbul’dan, ODTÜ’den mezuniyetimin 45. Yılı münasebetiyle düzenlenen törenlere katılmak üzere Ankara’ya gittim ve Bodrum’a dönüş yolumu uzatmaya ve Türkiye’de görmediğim veya çok çok uzun zaman önce gördüğüm yerleri görmeye karar verdim.

Bu nedenle güzergâhımı Ankara – Polatlı – Yunak – Akşehir – Eğirdir – Isparta – Burdur – Salda Gölü – Tavas – Kale – Muğla – Yatağan – Bodrum olarak belirledim. Bu yolculuğu dura dura kasabaların içini geze geze bir günde tamamladım. İyi de oldu.

Sabah erken saatte çıkarak Polatlı’dan güneye saparak Yunak’a doğru devam ettim. Ankara – Polatlı – Yunak – Akşehir arası tam Orta Anadolu. Uçsuz bucaksız bozkır. Polatlı’ya kadar bölünmüş olan yol ondan sonra tek gidiş – geliş olarak devam ediyor ama kalitesi fena değil. 100 üstünden 75 alır.

Orta Anadolu Bozkırı….

Yunak ismi hafızama çok eskiden kazınmıştır. Zira rahmetli teyzem Polatlı’da avukatlık yaparken ben de lisede idim ve yazları oraya gider kuzenimle birlikte teyzemin yazıhanesinde ona yardım ederdik. O zamanlar bilgisayar falan yoktu her şey elle veya daktilo ile yazılırdı. Vekaletnameler bile basılı değildi, hepsini tek tek daktiloda yazmak gerekirdi. İşte bu zamanlarda teyzem bana Yunak’tan çok ağır ceza davası aldığını söylemişti. Nedense aklımda kalmış işte.

Yunak’a kadar tıngır mıngır sabah serinliğinde geldim ve ihtiyaç molası vermem gerekti. Yeri gelmişken benzincilerimizde tuvalet olayının halâ 50 yıl önceki gibi olduğunu belirtmeliyim. Bir kere alafranga tuvalet yok, olan alaturkalar da pislik içinde, tuvalet kağıdı yok, sifon yok sifon!!

Bunun bir tek istisnası var o da OPET. Reklam olacak ama bu gibi seyahtlerde OPET’in nerede istasyonları olduğunu öğrenin ve planınızı ona göre yapın. Bildiğim kadarıyla OPET’in bu konuda bir app’i de var. OPET’ler olmasa ızdırap çekeceksiniz.

Maalesef Anadolu halkının bu konuda öğrenmesi gereken çok şey var. Güya temizlik imandan gelir…..

İlk durağım Yunak’tı. Yunak, bozkırın ortasındaki bir tepenin yamacına kurulmuş bildiğimiz basit bir Orta Anadolu kasabası. Burada sürpriz bir şekilde karşıma bir saat kulesi çıktı. Böyle bir yerde hiç beklemiyordum doğrusu. Şehir içinde şöyle bir tur atıp Akşehir’e doğru yol aldım.

Yunak saat kulesi

Yukarıda da bahsettiğim gibi Polatlı – Akşehir arası sarı bozkır. Akşehir’e yaklaştıkça ortalık yavaş yavaş yeşermeye başlıyor. Akşehir bana seneler önce gittiğim Van’ı hatırlattı. Nasıl mı? Her iki şehir de uzaktan gözükmüyor. Yüksek binalar yok. Evet uzakta bir şehir olduğunu görüyorsunuz ama öyle gökdelenler falan değil, yeşillikler içine gizlenmiş binalar. Bayağı yaklaşınca şehri görmeye başlıyorsunuz. Akşehir dağların eteklerine ovanın başlangıcına kurulmuş.

Bildiğiniz gibi burası meşhur Nasreddin Hoca’mızın şehri. Arabayla şehri turladım, çok düzgün yapılaşmış bir yer, hoşuma gitti. Tabii ki oraya kadar gidince Hoca’nın türbesini ziyaret etmek olmaz. Tahminimce 30 – 35 yıl önce ailece Mersin’den dönerken buraya uğramıştık. Hayal meyal hatırlıy0rum. Türbe büyük bir mezarlığın içerisinde. Bazılarının bildiği gibi Hıoca’nın mezarının önünde demir parmaklıklı bir kapı ve üstünde de kocaman bir asma kilit var fakat diğer yanları açık. Bu da Hoca’nın nüktedanlığının zarafeti.  Biz ziyaret ettiğimizde böyleydi ancak şimdi türbenin etrafını ikinci bir duvar, çatı ve demir parmaklıklarla çevirmişler. Niye böyle yapmışlar anlamak zor. Allah bilir koruma altına almak içindir ama bence gereksiz.

 

Nasreddin Hoca’nın türbesinin şimdiki ve demir parmaklıklar içindeki orijinal hali.

Akşehir’den sonra vurduk dağlara. Epeyce bir yokuş çıktıktan sonra 1600 mt. yükseklikteki Yellibel geçidine gelip oradan da tekrar yokuş aşağı yola devam ediyorsun. Hedefim Gelendost üzerinden Eğirdir. Bu yol çok güzel. Her taraf yeşil ve bereketli.

Gelendost ile Eğirdir arasında, Eğirdir gölüne tepeden bakan bir kır kahvesinde durup sabah kahvemi içtim. Hava tam bir bahar havası, sıcaklık 23 derecelerde, pırıl pırıl bir güneş, etraf meyve ağaçlarıyla çevrili. O kadar güzel ki…

         

Yellibel geçidi                                     Eğirdir gölüne bakan kır kahvesinden göl manzarası

Kahvemi içip dinlendikten sonra Eğirdir’e doğru yola devam ettim. Maksadım Eğirdir’de öğle yemeği ve bilhassa methini duyduğum göl levreği yemek.

Eğirdir’e ben lisedeyken babam ve annemle bir tatilde uğramış ve hatta bir gece kalmıştık. Sebebi de babamın arabasının arıza yapması ve bir tamircide tesadüfen ihtiyacımız olan parçanın bulunmasıydı. Aklımda kalan sadece tamircinin dükkanının şehrin yukarısında yamaçta bir yer olduğuydu. Nitekim varınca Eğirdir’in de bir dağ ile göl arasına kurulmuş bir kasaba olduğunu gördüm. Şehrin bazı kısımları da dağın yamacına yerleşmiş.

Neyse nerede yemek yiyebilirim diye araştırıken yol beni şehrin “Yeşil Ada” diye adlandırılan ve gölün içine uzanmış bir yarımadaya götürdü. İyi ki de götürmüş. Bu yarımadanın etrafını tek yönlü bir yol ile dolaşıyorsunuz ve göl kıyısı olan tarafta restoranlar, iç tarafta ise pansiyon ve oteller var. Ben de bir tur atıp gözüme kestirdiğim ve müşterisinin çok olduğu bir otelin restoranına girdim. Yolun kara tarafı otel deniz tarafı restoran. Göl levreğini nasıl yaptıklarını sordum. Soslu tava yapıyorlarmış. Bir salata ile beraber söyledim. Gelen balık ve salata harika idi. Parmaklarımı yiyordum neredeyse. Maalesef yolum uzun ve araba kullanacağım için yanına rakı veya bira alamadım sade suyla idare ettim. Bir daha ki sefere akşam kalıp güzel bir demlenmek lazım.

Bu arada Eğirdir’de acayip turizm hareketi var. Ben oradayken en azında on tane turist taşıyan otobüs vardı ve turistleri lokantalara sokup duruyorlardı.

Uzaktan Eğirdir manzarası

                                                         

Lokantadan Eğirdir şehri ve göl manzarası                            Göl levreği ve salata…

Burada güzelce bir dinlendikten sonra Isparta’ya doğru yola çıktım. Amacım Isparta’da Eski Cumhurbaşkanımız rahmetli Süleyman Demirel’in müzesini ziyaret etmek. Isparta’ya varınca bu müzenin nerede olduğunu öğrenmek için bir taksiciye sordum. O da “Burada öyle bir müze yok” deyince ben de maalesef yoluma devam ettim. Halbuki müze Demirel’in köyü İslamköy’deymiş. Bunu sonradan öğrendim. Taksici söyleseydi mutlaka oraya gider müzeyi gezerdim. Zira bu yer  Eğirdir ile Isparta arasında kalıyor, Eğirdir’den gelirken yoldan çıkıp oraya uğrayabilirdim.   Keşke Eğirdir’de sorup bilgi alaydım. Kısmet değilmiş, bir daha ki sefere.

Bu arada Isparta’nın da kocaman ve modern bir şehir olduğunu, Süleyman Demirel Üniversitesi’nin ise muazzam bir kampüsü olduğunu da belirtmeliyim.

Evet bundan sonraki hedefim Burdur üzerinden Salda Gölü. Burdur’dan sonra bu gölün kıyısındaki Yeşilova kasabasına kısa  bir yol var ancak bunu kapamışlar ve taa güneyden dolaşıp Yeşişova’ya varmam gerekti.

Bu arada Burdur’a gelirken yol meşhur Burdur Gölü’nün kıyısından geçiyor. Basından okuduğum Burdur Gölü’nün sularının çekildiğiydi. Haklılarmış. Göl bayağı çekilmiş, evet su var ama bayağı azalmış.

Salda Gölü, göller bölgesinin en güzel göllerinden bir tanesidir. Yıllar önce (tahminen 30 yıl önce) eşim ve oğlumla İzmir’den Antalya’ya giderken bu yol üzerinden gitmiş ve bu gölün kıyısında durmuştuk. Ayrıca yol üstünde bulunan salaş bir lokantada harika bir alabalık yemiştik ki hala unutamıyoruz. Gölün turkuaz rengine hayran kalmıştık. O zamanlar buralarda in cin top oynuyordu. Şimdi ise Yeşilova kasabası büyümüş ve gölün kıyısına muazzam bir halk plajı yapmışlar. Günlerden Pazar olduğu için plaj tıklım tıkıştı. Tahmin ediyorum sadece Yeşilova’dan değil çevre kasabalardan da buraya insanlar geliyor.

Turkuaz rengiyle Salda Gölü

Buradan sonra yolum beni Tavas – Kale – Muğla – Yatağan – Milas üzerinden Bodrum’a ulaştıracak. Kale’den sonra dağları geçerken yine bir kır kahvesinde durup közlenmiş mısır yiyip çay içerek biraz dinlenme imkânı buldum. Dinlenirken de kahveciyle biraz sohbet ettim. Karşımızda ormanın içinde ağaçlar arasında küçük bir köy vardı. Köyün adını öğrendikten sonra kaç hane olduğunu sordum ve “10” cevabı aldım. Köy Yörük köyüymüş ve evlerin hepsi çok düzgün, beyaz boyalı ve kiremit çatılı. Yörük köyü olduğu belli oluyor. Kahveci kendisi de dahil köyün tamamının dağlarda bulunan ve büyük bir holdinge ait olan krom madeninden emekli olduklarını söyledi. Ne kadar enteresan!

Kahveciyle sohbetimi bitirdikten sonra tekrar yola koyuldum. Artık turistik bölgeye geldiğim için trafik de kalabalıklaşmaya başlamıştı ve yolun da zevki gitmişti.

Neyse sağ salim eve vardım ve günü yorgunluğunu atabilme imkânı bulabildim.

Darısı nice güzel seyahatlere….